Tarihî İpek Yolu üzerindeki Azerbaycan’da ipeğiyle ünlü Şeki, yüzyıllara meydan okuyan abideleri, yaşatılmaya çalışılan el sanatları ve leziz yemekleriyle görülmesi gereken şehirlerden. Bursa’ya benzetilen kent, ziyarete gelenleri yemyeşil bitki örtüsüyle selamlıyor.
Kafkas sıradağlarına sırtını dayayarak adeta yıllara meydan okuyan Şeki, kendisini ziyarete gelenleri 3 bin yıllık tarihi, dev çınarları ve yemyeşil bitki örtüsüyle selamlıyor. Azerbaycan sınırları içinde bulunan ve yüzyıllar boyu ticaret yollarının kavşağında yer alan şehir; Arap, İran ve Rus işgaline rağmen kültürel dokusunu ustalıkla koruyarak cazibe merkezi olma özelliğini kaybetmiyor.
Şeki Hanlığı’nın yerleştiği yer olarak bilinen şehrin en önemli tarihî eseri Han Sarayı. UNESCO’nun kültürel mirası listesindeki söz konusu saray, ülkenin de en önemli tarihî yapılarından biri olarak kabul ediliyor. Duvar süslemeleri ve şebeke denilen buraya özgü rengarenk vitraylarıyla ünlü saray, ölçüleri itibarıyla günümüz saraylarına göre oldukça mütevazı.
İlk bakışta iki dev çınarın arkasında gizleniyormuş gibi duran iki katlı bina; altı oda, dört koridor ve iki balkondan oluşuyor. İnşasında çimento veya herhangi bir kimyasal kullanılmayan sarayın duvarları, beyaz yanmış toprak ve yumurta akı karışımıyla sıvanmış.
Şair Nazım Hikmet’in de Han Sarayı’nı ziyaret ettiği ve yapının iç duvarlarındaki süslemeleri ve minyatürleri gördükten sonra, “Han Sarayı dışında Azerbaycan’ın bütün tarihî eserleri yok edilse dünyaya göstermeye sadece bu eser bile yeter.” dediği söyleniyor. İnşası üzerinden geçen yaklaşık üç asırda sadece yüzde 10’luk restorasyonu yapılan saray, orijinalliğinin yanı sıra iklim koşullarına karşı verdiği mücadeleyle de dikkat çekiyor.
Şeki’de ziyaret edilmesi gereken yerlerden biri de birinci yüzyılda inşa edilen Alban (Arnavut) Kilisesi. Şehrin kuzeyindeki Kiş köyünde bulunan mabet, Kafkaslar’ın en eski ibadet mekânı olarak kabul ediliyor. Taş işlemeleriyle dikkat çeken yapı, sütunlarla ayrılan iki bölüm ve bir kuleden oluşuyor. Çevresinde yapılan arkeolojik kazılarda Alban mabedinin aslında çok daha büyük kompleksin günümüze kadar ayakta kalan ibadethane bölümü olduğu anlaşılıyor.
Şehirde 14. ve 17’nci yüzyıla ait mimarî eserlerden Cuma, Ömer Efendi, Gilehli ve Han camileri, Kızlar Kalesi ve Narin Kale de görülmeye değer. Ayrıca bölge kültürünü daha yakından tanımak isteyenler Etnoğrafya Müzesi ve El Sanatları Müzesi’ni de gezebilir.
Sabrın sanata dönüşmesi
Azerbaycan’ın milli el sanatlarından kabul edilen şebekenin en güzel örnekleri yalnız Şeki’de bulunabiliyor. Şebeke yapımı sırasında renkli cam ile ahşap, geometrik ve riyazi olarak bir araya getirilirken hiçbir yapıştırıcı ve çivi kullanılmıyor. Dolayısıyla en küçük bir hatanın kabul edilemez olduğu şebeke sanatı, detaylı hesaplamalar ve sabır istiyor.
Genellikle evlerin iç ve dış pencerelerine uygulanan eserler, ışıkla buluştuğu anda odanın içini renk cümbüşüne çeviriyor. Sınırlı sayıdaki şebeke ustalarından Hüseyin Hacımustafazade, fıstık ve çınar ağaçlarından hazırladığı ahşap malzemeyi uzun ömürlü olması için bezir yağında beklettiğini söylüyor.
Her parçanın pazıl gibi tek tek hesaplanarak dizildiğini anlatan Hacımustafazade, “Bazen bir eser üzerinde aylarca duruyoruz. Küçük bir tahta veya renkli camın ölçülerini denk getirebilmek için sarraf hassasiyetiyle çalışıyoruz.” diyor. Yaptıkları eserlerin çok uzun süre kullanıldığını ifade eden usta, Han Sarayı’nın dış pencerelerinde kullanılan şebekelerin yüzyıllardır deforme olmadan kaldığını belirtiyor.
Şeki’de yaşatılmaya çalışılan bir diğer sanat türü ise tekeldüz. Tek tığ kullanılarak kumaş üzerine resim yapma sanatı olan tekeldüz, görenleri hayran bırakıyor. Şehrin tarihî mekânlarına yakın yerlerde kurulan alışveriş mekânlarında sıkça rastlanan ve tekeldüz numunelerinden bulmak mümkün.
Özellikle Azerbaycan milli figürleriyle birlikte birçok farklı desenin kumaş üzerine sadece tığ ve iplik kullanılarak uygulandığı sanat, turistlerin ilgisini epey çekiyor. İsminden de anlaşılacağı gibi tek elle iplik dizilerek yapılan tekeldüz sanatının duayenlerinden Vefa Mustafeyeva, son zamanlarda yastık, minder kenarları, milli kıyafetler, çantalar ve tablolar şeklinde siparişlerin arttığını anlatıyor.
Şeki mutfağının baş tacı: Piti
Şeki mutfağı denince akla piti ve baklava geliyor. Piti, kemiksiz koyun eti, nohut, kestane, soğan, kuyruk yağı, kurutulmuş erik, zaferan ve karabiber karışımının özel bir güveçte uzun süre kısık ateşte fırına verilmesiyle hazırlanıyor. Pişirilmesi uzun süren ve şehri ziyaret edenlerin denemesi gereken bu yemek iki aşamalı olarak yeniliyor. Öncelikle güveçteki yemeğin suyu başka bir tabağa alınarak içine ekmek doğrandıktan sonra üzerine sumak ekleniyor. Güvecin içinde kalan yemek ise ayrıca yeniliyor.
Şeki adıyla özdeşleşen bir diğer sıra dışı tat ise Şeki baklavası. Görünüşü ve yapılışı itibarıyla Türkiye’deki tel kadayıfına benzeyen ancak farklı bir tadı olan baklava; pirinç unu, ceviz, fındık, tereyağı ve şekerden yapılıyor. Baklavanın şeker yerine bal şerbeti veya değişik kuruyemişlerle yapılanları da mevcut. Şehrin rakımının yüksek olmasından dolayı mıdır bilinmez, bölge insanının yemek tercihi Türkiye’ye göre biraz daha ağır yemeklerden oluşuyor.
Konaklanacak tarihî mekân: Kervansaray
Şeki’de konaklamak isteyenlerin ilk tercihi, şimdilerde otel olarak hizmet veren tarihî kervansaraylar. Özellikleri azami ölçüde korunarak restore edilen kervansarayların odaları orijinalliğiyle dikkat çekiyor. Sıvasız taş duvarlar, ahşap mobilyalar misafirlerine tarihte yolculuk yapmasına imkân sağlıyor. Cümle kapısından içeri girdiğiniz anda kendinizi 14’üncü yüzyılda yaşayan seyyahlar gibi hissediyorsunuz.
Şeki gezisinden sonra hatıra ve hediye olarak genellikle; yerel üretim ipek şal ve başörtüleri, ahşap oyma heykeller, tekeldüz, el sanatları alınıyor. Özellikle ipek eşyalar hem bölgenin tarihî motiflerini yansıtması hem de el emeği olmasından dolayı turistlerin ilk tercihleri arasında yer alıyor./zaman/
|